Yakın bir zamana kadar Aleviliği İslam'ın çağdaş bir yorumu olarak görüyordum. Ama köyümde cami yoktu. Namaz kılınmazdı. Oruç tutulmazdı. Haca gidilmezdi. Tüm bunlara rağmen Alevilik nasıl oluyor da İslam oluyordu. Bu hususlar kafamda soru işareti oluşturdu ve bir araştırma yaptım.
Alevilik İslamın etkisinde kalmakla birlikte özü itibarıyla İslamla taban tabana zıt unsurlar içeren bir inanç sistemidir. Alevilik İslamın özüdür şeklindeki görüşlerin gerçekle bir ilişkisi yoktur.
Alevilikle İslam arasındaki farkı anlamak için önce en temel kavram olan Tanrı kavramı üzerinde durmak lazım. Tek tanrılı dinlerde yaratan ve yaratılan olmak üzere ikici görüş hakimdir. Yaratan Tanrıdır ve öncedir. Yaratılan sonradır. Bu yaratılanların içindeki insanlara kul denir. İslamda Allah ve kulları vardır. O her şeye kadirdir. O kullarını yoktan var etmiştir. O kullarını sınava çeker. Kimini cennetle ödüllendirir. Kimini cehennemle ödüllendirir. O yücedir. Bu yüceliğini kullarını korkutarak gösterir.
Alevilikte ise insanla Tanrı birlik içindedir. (Vahdeti vücut) Yaratılış, Tanrının evreni ve insanı yoktan var etmesi değil, kendisini görünür hale getirmesidir. Dolayısıyla ölüm yoktur, sürekli bir var oluş vardır. Alevilikte Tanrı korkusu yerine Tanrı sevgisi vardır. İnsanı kamil aşamasına ulaşan kişi, artık Tanrı olmuştur. Tanrıya kulluk anlayışını red etmiştir.
Alevi dünya görüşüne uygun olarak Aleviliğe kabul edilecek bireylerin geçmek zorunda oldukları kapılar vardır. Bu durum doğrudan yaşayarak öğrenmeleri gereken süreçleri kapsar. Bunlar kuralları Bilme-Öğrenme (Şeriat), Örgütlenme ve yol alma (Tarikat)dır. Seçilen dervişler ile uygulama (Mağrifet), gerçeklerle bütünleşme, paylaşma ve insan-insan ile doğa-insan arasındaki ilişkiyi teklik içinde birlik (Hakikat) olarak algılayan aşamalardır. Şeriat-Tarikat-Marifet-Hakikat diye bilinen her kapının on (makamı) basamağı vardır. Bütün bu eğitim sürecinin toplamı olan Kırk (Makam) Basamak gizlilik altında yürütülür.
Esasen alevi araştırmacısı Nejat Birdoğan’ın ifadesiyle anımsatacak olursak: ''Tanrısal köklerine bakıldığında, yani Alevi tapınmalarında ve inanmalarındaki ritüellerine bakıldığında, hiçbir özelliklerinin İslam dairesinden gelmediğini görüyoruz... Cemlerdeki müzik, şiir ve semahın İslam kaynaklarında reddedildiğini bilmekteyiz. Ruh göçü, tanrının insanda tecelli etmesi, halka namazı, Kıbleye değil insana secde, vb. davranmalar da bizi İslam dairesinin dışına taşımaktadır. Ehl-i Beyt yandaşlığı ise Şah İsmail Hatayiden sonra, yani XVI.yy başlarından sonra bir takiyye, yani kimlik saklama ... çabasından ileri gelmektedir.”
Hz.Muhammed’in tebliğ ettiği ve Hz.Ali’nin de aynen uyguladığı İslam’da namaz, ramazan orucu, hac gibi ibadetler vardır. Ama alevilikte bu ibadetler yoktur. Alevilikte var olan Cem, 12 hizmet, semah, müzik, dede, Muharrem orucu, müsahip vb. kavramlardan hiçbiri Kuran’da bir kez bile geçmez. Alevilik'teki Muharrem orucu, halka namazı, Cem, semah, 12 hizmet, okunan duazlar vb. gibi adet ve ritüellerin, sonradan alınmış bazı İslami motifler içerme dışında İslamiyet'le hiçbir ilgisi yoktur. Aslında bunlar da Alevilğin şeriatıdır.
Alevi İslamcıların, "O Sünni yorumudur. Biz İslam'ı böyle yorumluyoruz" gibi tezleri mantıklı değildir. O dine inananlar onun kitabını ve peygamberinin uygulamalarını esas alır. Kuran'daki açık hükümleri de başka türlü yorumlama imkanı yoktur. İslam dünyasında (Sünni, Şii ) kabul gören bir tek Kuran var. Kuran'ın temel hükümleri konusunda itilafları yoktur. Müslüman olduğunu söyleyenlerin, Kuranı Allah kelamı kabul etmesi ve ona aynen uyması gerekir.
Alevilik; Şamanlık, Zerdüstlik, ateistlik, manicilik vb. olmadığı gibi Müslümanlık da değildir. Peki o zaman niye Alevi erenleri, pirleri, hep “Allah, Muhammed, Ali, 12 imamlar” demiş? Öncelikle Alevilik adı yaklaşık 200 yıldır kullanılan bir terimdir. Selçuklu'ya karşı Babai isyanını gerçekleştiren Alevilere Osmanlı döneminde Işıklar dendi. Daha sonra Safevileri destekleyen bu halka siyasi anlamda Kızılbaş adı verildi. Çünkü Safeviler askerlerine kızıl taç giydiriyordu. Kızılbaş sözcüğüne yüklenen kötü anlam nedeniyle, daha sonra bu ad terk edilerek, Alevi adı benimsendi.
Hz. Ali kültü anlayışı Alevilik inancına 15. yy ile 16. yy arasında geçiyor. Daha önceden Alevilik inancında Hz. Ali diye bir şey yok. O halde Ali sevgisi Alevilik inancının özü veya temeli olamaz. Nitekim 15. yy öncesi Alevilik inancını incelediğimizde örneğin 1270 yılında ölen Bektaşı Veli'de Ali kavramı geçmez. Ali sevgisi Alevilik inancına 15. ve 16. yy da Safevilerin etkisiyle geçer. Ali sevgisiyle beraber, Şii inancındaki 12 imam sevgisi de Aleviliğe entegre olur. Bunlar öylesine entegre olur ki bugün birisinden Aleviliği tanımlaması istendiğinde ilk akla gelen Ali olur. Alevilik 15 yy. sonrası 12 İmam ve Aliyi Osmanlı baskısı karşısında Aleviliği meşrulaştırma araçlarından birisi olarak kullanmıştır. Bu politikayı Alevi Şiirlerinde de görmek mümkündür. Yoksa Aleviliğin 12 İmam’la bir politik bir ilişkisi yoktur.
Yeri gelmişken bir gerçeği belirtmekte yarar var. Osmanlı tarihçileri Hacı Bektaşi Velinin de Nakşibendî Şeyhi Ahmet Yesevi’den destur aldığını yazmaktadır. Aynı zamanda Hacı Bektaşi Veli’nin hacca gittiği de yazılıdır. Halbuki Ahmet Yesevi ile Hacı Bektaşi Veli aynı zamanda yaşamamışlardır. Çünkü yaşadıkları tarih çok farklıdır. Diğer yandan Hacı Bektaş Veli hacca gitmediği gibi onun ismini niteleyen sıfat Hacı Bektaşi Veli de değildir. İsmi niteleyen sıfat Hace (Önder- Öğretmen) Bektaş Velidir. Böylece tarih çarpıtması ile Alevilik içinde yer alan Hace Bektaşi Veli din ile politik olarak ilişkilendirilmiştir.
Alevilik inancının kökenini Muhammedin ölümü sonrası Ali'nin başından geçen olaylarla açıklamak aleviliği değil Şiiliği tanımlar. Oysa Şiilikle Alevilik arasında dağlar kadar fark vardır. Alevilikte namaz, oruç ve hac yoktur ama Şiilikte vardır. Alevilikte müsahiplik vardir, Şiilikte yoktur. Alevilikte em ayini vardır, Şiilikte yoktur. Alevilikte semah vardır, Şiilikte yoktur. Alevilikte kadın-erkek eşittir. Toplumsal yasamda etkin rol üstlenir ve Ceme birlikte katılır. Şiilikteki temel anlayış şeriattır. Ayrıca Şiilikte geçici nikah olan " muta " vardır. Alevilikte yoktur ve tarihte görülmez.
Bakınız ünlü araştırmacı Melikof alevilik hakkında ne diyor: "Asla Şii olmadı"
Melikoff, Aleviliğin "senkretik" bir inanç sistemi, yani çeşitli inanç unsurlarını bir araya getiren bir sentez olarak nasıl geliştiğine bakarak, hem Orta Asya'dan kaynaklanan Şamanizm unsurlarının, hem de Anadolu halk sufiliğinin Aleviliği oluşturmadaki rolünü vurguluyor.
"Göçmen Türkmenlerin Müslüman olması bir dakikada gerçekleşmedi" diyor. "Müslüman olmak için birkaç asır lazım, kültür lazım. Şehirdeki insanlar mezhep biliyorlar, kültür alıyorlar. Fakat göçmen Türkmenler böyle bir kültür almıyor. Müslümanlığı kendi inançlarına uydurmaya çalışıyor. Alevilik böyle oluştu." Bu şekilde Anadolu'ya göç eden bir Türkmen dervişi (ve Mevlana'nın çağdaşı) olan Hacı Bektaş'ın Aleviliğin ortak başlangıcı olduğunu, ama sonradan ayrı iki cereyan oluştuğunu söylüyor. "Bektaşilik zaman içinde büyük önem kazandı; Bektaşiler yerleşik düzene geçti. Osmanlılarla ilk Bektaşiler arasında yakın ilişki vardı; aynı Türkmen boyundan geliyorlardı. Osmanlıların Trakya ve Balkanları fethetmesinde Bektaşiler büyük rol oynadılar, Gazi oldular. Anadolu'da kalan göçmen Alevilerle aralarında inanç farkı yoktu, ama büyük sosyal farklar vardı." Anadolu Alevilerinin, daha sonraki yüzyıllarda Şiiliği ve 12 İmam inancını İran'da resmi devlet dini haline getiren Safevilerden etkilendiğini, fakat "asla Şii olmadıklarını" savunuyor Melikoff: "Türkmen Alevilerin Hz. Aliyi tanrılaştırmasının, Şiilikle hiç bir ilgisi yok. Bu bambaşka bir şey. Bunu anlamam tam 25 yıl sürdü."
Ne sonuca vardınız diye sorduğumda, Melikoff'un cevabı ilginç: "Ali, aslında eski Türklerin gök tanrısı. Yani Şamanizm'in izleri var. Müslüman olduktan sonra bu gök tanrısı büsbütün yok olmadı, Hz. Ali ile birleşti. Daha sonra tabii ki Şiiliğin bazı tesirleri oldu. Başka unsurlar girmeye başladı."
Sonuç olarak bu inancın önderleri (Horasan erenleri, Rum erenleri) bu inancı "sır" olarak, İslam inancının içine saklamak zorunda kalmış, bir nevi takiyye yapmışlardır. Yoksa yaşama olanakları kalmazdı. Asıl bilgileri sır olarak, anlayana ve mürşid seviyesine gelene açıklamışlardır. Sıradan Aleviler inancın sadece zahiri yönüyle, şeriatıyla yetinmiş, "Allah Muhammed Ali" deyip semah dönmüştür. Zaten Alevi adı da bu gizlenmenin bir parçasıdır. Hristiyan Bizans'ın ve İslam'ın gaddarca kıyımlarına karşı, bu inancı devam ettirmenin başka yolu da yoktu. Bugünkü Alevilik dediğimiz de aslında kendini İslam içine gizleyerek gelen Batıniliktir. Dıştan bakanlar onu İslam sanabilir.
Erdoğan Aydın'ın "Alevilik ile İslamiyet ilişkisi" makalesindeki bir tespitini paylaşmak istiyorum: "Aleviliğin İslam'ın bir yorumu olduğu şeklindeki açıklama da bilimsel çözümlemede geçersizdir. Aksine, karşımızda duran gerçek, kendi içinde mükemmel bir tutarlılık sergileyen bir inanç bütünlüğünün, kendini İslami kavramlarla, daha açığı İslami bir kılıf içinde ifade etmesidir. Peki böylesi özsel bir farklılık niçin kendini İslami kılıf içinde ifade etmektedir? Bu sorunun çok açık ve tartışma götürmez bir yanıtı vardır; bu da kendisini kuşatan İslami baskıdır. Kendini kuşatan sistematik baskı ve ideolojik saldırıyla İslamlaştırılmaya çalışılan Alevi-Batıni anlayış, kendini koruyabilmek ve sürdürebilmek için, kendi farklı teolojisini İslami kavramlarla kılıflamaya ve bu yolla söz konusu basınca karşı esneklik elde etmeye ve o basıncı püskürtmeye çalışmıştır. Dolayısıyla, İslami söylem zorlanarak Aleviliği İslam'ın bir ifadesi olarak göstermeye çalışılan tüm açıklamalar birer safsatadan ibarettir."
Eğer bu gün Alevilik çağdaşlık çizgisini korumak istiyorsa bu asimilasyona karşı çıkılmalıdır. Daha düne kadar solla birlikte ezilen, çeşitli yer ve zamanlarda katliama uğratılan, köylerine zorla cami yapılan, çocuklarına zorunlu din dersini getirerek zorla asimile etmek isteyen bu İslami zihniyete entegre olmak Aleviliğin "72 millet de birdir" insancıl düşüncesine ters düşmek değil midir? "Benim kabem insandır." düşüncesine ters düşmek değil midir? Çizgisini mümin-kafir ikilemi üzerine kurmuş Suni ve Şii İslama uymak uğruna bu insancıl değerlerden vazgeçmek kendi özlerine ihanet değil midir? Ve tüm bunlardan daha önemli olarak Atatürk'ün Laik ve Demokratik Cumhuriyet'inin kesintiye uğramasının tarihi sorumluluğunu üstlenmek değil midir? Onun çağdaşlık ve uygarlık seviyesine ulaşma hedefinden sapma değil midir?
Alevilik çirkin iftiralara, baskılara ve katliamlara rağmen varlığını koruyarak günümüze kadar gelmiştir. Alevilik Anadolu'nun kültürel bir zenginliğidir. Onu zorla Sünnileştirmek yerine inanç özgürlüğü temelinde saygı gösterip yaşatmak ülkemiz için daha yararlı olacaktır. Aksi taktirde onları başka arayışlara yöneltmiş oluruz ki ülkemiz zararına olacaktır. Bakın sırf Kürt nüfusunu fazla göstermek için öz be öz Türk olan Alevileri Kürt göstermeye çalışıyorlar. Ne yazık ki özellikle genç kesimin bir kısmı kendini Kürt kabul etmektedir. Aleviler emperyal güçlerin bu oyununa gelmemelidir.
Sonuç olarak tüm bu gerçeklerden hareketle diyorum ki Alevilik İslam değildir. Var olan baskılar karşısında İslami bir kılıf içerisinde kendilerini ifade etmeleridir. Aleviliğin özü itibarıyla İslamla taban tabana zıt bir inanç olduğunu görüyoruz. Tarihi gerçekler de bunu doğrulamaktadır.
ALEVİLİK VE İSLAM için “0 yorum” bulunmaktadır.